Oğlum harbi harbi çok mantıksız lan...
Deprem oluyor... insanlar ölüyor... "deprem öldürmez bina öldürür" geyiğini yapmicam ama yaptım bile... Devletin zamanında teftiş etmeden, peşkeş çekerek belkide dikilen binalar... Hayır, devlet düşmanı değilim kesinlikle, en azından olmamak için çabalıyorum hala... neyse cümlelerimi toparlayamadım bir iki satır boşluk bırakayım da düzgün devam ederim muhtemelen.
Yahu, adam gelmiş olmadık yere olmaması gereken binalar dikmiş, insanlar ölmüş ölmüş! Ölen insanlardan kat be kat fazlası da aylarca çadırlarda yaşamak zorunda kalmış. Bu yüzden hastalanıp ölenler olmuş... Şimdi gelde suç arama... He ben suçluyum amına koyim, ben. Ya hala mahkemelik olunduğundan yarı yıkık vaziyette bekleyen binalar var. 14 yıl oldu lan 14 yıl. O gün doğan çocuk beni dövecek kapasiteye geldi. Dövemez gerçi ağzına sıçarım da. büyüdü işte onu demek istiyorum. yok hala adam gibi yazamadım, nefretim mi çok büyük anlamadım bir daha denicem.
Şimdi ben o deprem olduğunda çocuktum. Avusturyadaydım. Hani Allah mı korudu? ben öyle inanıyorum. 1999 senesi hariç her yaz o tarihlerde kesinlikle İstanbulda olurduk. O sene ev taşıdığımızdan dolayı maddi sıkıntıya girip gelmedik diye biliyorum ben. Annem babam bana öyle demişlerdi. Belki de öyle bir sıkıntımız yoktu o sene bana en pahalı bilgisayar falan alındı aynı kış anneannem avusturyaya geldi, bunların hepsini babam karşıladı. demek ki maddi sıkıntı olayı yalandı da bana öyle dediler heralde. Neyse işte gelemedik abi biz o sene.
Sabah uyandım annem telefon elinde bağıra bağıra ağlıyor. Televizyonun içine girmiş vaziyette. Hani sanki o ekrandan içeri girebilse girecek insanlara yardımcı olmaya çalışacak gibi. Abi gurbet ayağı falan yapmicam ama bir olay olduğunda uzaklarda olmanın çok kötü olduğunu sadece yaşayan bilir. Eminim ki o geceyi yaşayanlar, yakınını eşini dostunu kaybedenler, kaybetmeyenler, herkes bizim yerimizde uzakta olmak istemiştir o gün. Biz ise çaresizlikten orda olmak istedik.
Telefonlar kesik. cep telefonu da çok yaygın değil o zamanlar. ulaşamıyoruz kimseye. En kötüsü de o belirsizlik durumu. Sonra hatlar akşama doğru biraz biraz düzeldi de akrabalarımızın bir çoğunun güvende ve sağlıklı olduğunu öğrenmiştik. Hani seviniyosun ama sevinirken televizyonda gördüğün görüntü seni daha çok üzüyor.
Bunları yaşadı herkes. Şimdi hala hesap sorma derdindeyiz. Kime? Devlete. Neden? abi bu ülkede yaşamak o kadar güzel olabilir. o kadar şahane olabilir aslında ama kendi kendimizi sikmekten başka bir şey yapmadığımız için herkes bir şeyden nefret eder hale geldi.
Geçenlerde şu gezi olaylarından dolayı Yağız'la öyle ufaktan tartıştık. Türk'ün geleneğinde devletçilik varmış. Devlet her şeyin önünde gelirmiş. Yahu tabiki Devletimiz herşeyimiz ama insanını siken devlet olmaz olsun...
Allah bu ülkeye 17 ağustosları, 23 ekimleri, 13 martları, 12 kasımları, 30 ekimleri bir daha yaşattığında insanına önem veren devlet olur inşallah...
kanımca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kanımca etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
17 Ağustos 2013 Cumartesi
29 Mart 2009 Pazar
Election '09
Roy Keane'in blog'da gördüm demin link'i, güzel yapmış ntv. İstatistik sevenler derneği başkanı olarak seçimleri burdan takip etmenizi tavsiye ediyorum.
10 Mart 2009 Salı
Çeken Çekene
Demin reklam gördüm. "ÇEKEN ÇEKENE" diye bağrıyodu adam.
Şimdi arkadaşım, biz Türküz, böyle 100% neyi çektiğimizi söylemezsen, neyi çekeceğimize kendimiz karar veririz, ve bu ülkenin 99%u da otuzbir çekmek dışında bişey aklına getiremez. bi de utanmadan site açmışsınız "Çeken Çekene" diye.
Hayır yazıktır günahtır beyler. Bütün porno sitelerinin engelli olduğu bir ülke de yaşıyoruz. Abazanlıktan şu habere gelen yorumların neredeyse tamamı "gel yavrum ben sana bakarım" şeklinde. Hatta yorumları geçiyorum, haberin içeriğinde bile Profesörlük ünvanı almış bir adam Doktor olmuş bir adam "ben seni bedava muayne ederim canımın içi" şeklinde konuşmuş ve inanıyorum ki ordaki ufacık sırt fotosuna bakıp evinde coşan ergenlerimizde vardır. ve siz kalkmışsınız "cekencekene.com" diye site açıyorsunuz. bu reklamı duyan bir ergen'in gözleri dolar mutluluktan, gider hemen bilgisayarını açar, pantolonun düğmesini ve fermuarını açar. sonra RUFFLES cipsleriyle karşılaşınca nolur biliyor musunuz? .... Yaaa gördünüz mü?
O yüzden lütfen bundan böyle dikkatli olun. Türkçe bu sakız gibi dil her tarafa çekileceğini hepimiz biliyoruz, bundan böyle lütfen yapacağınız reklamın sloganını düzgün seçin. Fotoğraf çekin falan olsun slogan. Çeken çekene olmasın
Şimdi arkadaşım, biz Türküz, böyle 100% neyi çektiğimizi söylemezsen, neyi çekeceğimize kendimiz karar veririz, ve bu ülkenin 99%u da otuzbir çekmek dışında bişey aklına getiremez. bi de utanmadan site açmışsınız "Çeken Çekene" diye.
Hayır yazıktır günahtır beyler. Bütün porno sitelerinin engelli olduğu bir ülke de yaşıyoruz. Abazanlıktan şu habere gelen yorumların neredeyse tamamı "gel yavrum ben sana bakarım" şeklinde. Hatta yorumları geçiyorum, haberin içeriğinde bile Profesörlük ünvanı almış bir adam Doktor olmuş bir adam "ben seni bedava muayne ederim canımın içi" şeklinde konuşmuş ve inanıyorum ki ordaki ufacık sırt fotosuna bakıp evinde coşan ergenlerimizde vardır. ve siz kalkmışsınız "cekencekene.com" diye site açıyorsunuz. bu reklamı duyan bir ergen'in gözleri dolar mutluluktan, gider hemen bilgisayarını açar, pantolonun düğmesini ve fermuarını açar. sonra RUFFLES cipsleriyle karşılaşınca nolur biliyor musunuz? .... Yaaa gördünüz mü?
O yüzden lütfen bundan böyle dikkatli olun. Türkçe bu sakız gibi dil her tarafa çekileceğini hepimiz biliyoruz, bundan böyle lütfen yapacağınız reklamın sloganını düzgün seçin. Fotoğraf çekin falan olsun slogan. Çeken çekene olmasın
12 Ağustos 2008 Salı
Alt + F4
Yaptığı bir şeyi bir süre sonra silmek, hiç olmamış gibi davranmak isteyenleri anlamıyorum.
Biriyle paylaştığı bir şeyi o gittikten sonra yok edenleri anlamıyorum.
Bir fotoğraf çekip o fotoğrafı yırtıp atanı anlamıyorum.
Anıları yok etmeyi anlamıyorum.
anlamıyorum.
anlamlı.
Anı.
anlamsız.
anlamsızlaşıyor.
Anıları yok etmek anlamsız.
Bir fotoğraf her ne kadar acı olsa da anı olarak kalmalı
Paylaşılan bir şey yıllar sonra karşına çıkmalı o günler hatırlanmalı.
Silmeyin, yok etmeyin arkadaşım. Yaptığınız, Yazdığınız her şeyi saklayın. Anılar güzeldir.
Biriyle paylaştığı bir şeyi o gittikten sonra yok edenleri anlamıyorum.
Bir fotoğraf çekip o fotoğrafı yırtıp atanı anlamıyorum.
Anıları yok etmeyi anlamıyorum.
anlamıyorum.
anlamlı.
Anı.
anlamsız.
anlamsızlaşıyor.
Anıları yok etmek anlamsız.
Bir fotoğraf her ne kadar acı olsa da anı olarak kalmalı
Paylaşılan bir şey yıllar sonra karşına çıkmalı o günler hatırlanmalı.
Silmeyin, yok etmeyin arkadaşım. Yaptığınız, Yazdığınız her şeyi saklayın. Anılar güzeldir.
1 Nisan 2008 Salı
Samimi olun azcık
Türkiye'yi veya diğer ülkeleri bilemicem. ama benim burda samimiyetsizlik tavan yapmış yeni fark ediyorum.
Gözlük dükkanında 7-8 çalışan var. Hepsinin gözlüğü var. Ne kadar saçma. gözlük takmayanı işe mi almıyorlar yoksa. yoo yalan, benle liseye giden kızın gözlüğü yoktu, orda çalışmaya başlamış gözlük takmış. Sattığı malı illa tanıtmalılar.
Olsun en azından bunlar sattıkları malı direk kendileri de kullanıyorlar. Japon aşçıların fugu'yu hazırladıktan sonra bir yamuk olmadığını göstermek için müşterinin önündeki fugu'yu yer gibi bir şey oluyor.
Türkiye de samimiyetsiz bulduğum konu ise "Ahmet bey bakar mısınız" "Nurten hanım takar mısınız" tarzı 15 yıldır birbiriyle çalışıtığı halde müşteri gelince hanım ve bey ayağına yatan mağza çalışanları. hiç sevmem öylelerini, ama malesef "şş ahmett gelsene la bi" diyenine de rastlamadım.
Gözlük dükkanında 7-8 çalışan var. Hepsinin gözlüğü var. Ne kadar saçma. gözlük takmayanı işe mi almıyorlar yoksa. yoo yalan, benle liseye giden kızın gözlüğü yoktu, orda çalışmaya başlamış gözlük takmış. Sattığı malı illa tanıtmalılar.
Olsun en azından bunlar sattıkları malı direk kendileri de kullanıyorlar. Japon aşçıların fugu'yu hazırladıktan sonra bir yamuk olmadığını göstermek için müşterinin önündeki fugu'yu yer gibi bir şey oluyor.
Türkiye de samimiyetsiz bulduğum konu ise "Ahmet bey bakar mısınız" "Nurten hanım takar mısınız" tarzı 15 yıldır birbiriyle çalışıtığı halde müşteri gelince hanım ve bey ayağına yatan mağza çalışanları. hiç sevmem öylelerini, ama malesef "şş ahmett gelsene la bi" diyenine de rastlamadım.
Heineken Bus
Boxenstopp, güzel disco. aslında sağlam partiler yapılır fakat 2 kere gittim 2 kere yaş ortalamasının benden 15 yaş daha fazla olduğunu gördüm. ve aşık olabileceğim bir mekana sonsuza dek elveda dedim.

15 Mart 2008 Cumartesi
Yavşak
Evet o yavşak bu yavşak, tam bir yavşak. Msn de değerli Msn şeflerimiz bunu kaydadeğer bulmuş ve smily'lere eklemiş. daha ne diyeyim? aslında denilecek şeylerin hepsini Ömer as known as Laziale demiş. ben bu smilylerin hepsine insan gözüyle baktığım için, yani karşımdaki smily'yi insan yerine koyduğum içinde böyle gıcık olabiliyorum bazen buna. (bazen değil hep)
Şahane süper müthiş muazzam bir espri patlatıyorum, karşıdan gelen reaksyon bu. kısaca "amına koyim, lavuğun saçma salak şakalarını dinliyoruz, he konuş yavrum konuş" der gibi. Şeytan diyo git bu smily'yi yaratanın ahuha koy.
kafam güzel diye sansür koymadım küfürlere, yoksa bilirsiniz hani.
29 Şubat 2008 Cuma
29 şubat

-oha bugün 29 şubatmış, bugün doğanların mınıkıyım* ehemeheme
-evleneceksen bugün evleneceksin, evlilik yıldönümü derdinden kurtulursun, yok unuttun yok hatırlamadın derdi yok, 29 şubat olduğu senelerde de "ben onu seneye sanıyordum" mazereti gayet uygundur. ben mesela bugünün 29 şubat olduğunu bugün öğrendim.
-bugün doğanlarla ne güzel taşşak geçilir hehehe
-bugün doğanların mınıskim* euehehe
-bu güne karşı niye bi kinim var bende bilmiyorum ama çok komik bi gün.
-29 şubat olmasa 1 milyar yıl sonra yazın kış kışın yaz olurdu.
*bugün doğumgünü olan biri burayı okuyosa kusura bakmasın, nice mutlu yıllara.
19 Şubat 2008 Salı
Üniversite yıllarım
Annem benim hep Üniversiteye gitmemi istemişti, doğduğum günden beri annem hep bir şeyi tekrarlamıştır "Üniversite okuyacaksın!". İlk okul bu gazla bitti, daha ilk okulda üniversiteden bahsediyordu annem. ne anlar daha kızların saçlarını çekmek için sokağa çıkan bir çocuk üniversiteden?
Orta okulda aynı tantana devam etti. Orayı da tıngır mıngır geçtik. Sonra Akademi, Ticaret olanından. tabi o okula başarılı bir öğrenci olmak şartıyla aldıkları için annem yıllar sonra Üniversite zırıvırısını kesmişti, ve o yıl zart diye 7 kırık'la sınıfta kalınca o Üniversite kelimesinin yokluğunun tadını sadece 1 yıl yaşamıştım. ondan sonra 3 yıl daha liseye gittik ve üniversite hayal oldu tabi.
Üniversite hayal olunca benim kampüslerin efendisi olma hedefimde daha başlamadan bitmişti, yıllarca porno kasetlerinden izlediğimiz college party lerde sınırsız alkol ve kız hayallerim noktalanmıştı.
bir kaç zaman evvel arkadaş sayesinde bir kampüs'e ayak bastım, hiç işim yoktu orda aslında ama yine de bastım ayağımı.
kantin de enteresan tipler oturuyordu, sanki farklı dünyalara adım atmıştım, orda ki kişiler insan değilmiş gibi yansıyordu, ve inceden korku vardı içimde, kesin benim üniversiteli olmadığımın kokusunu alıp linç edecekler beni diye içimden geçirmiyor değildim.
yalnız tek bir tür yoktu, farklı farklı türler üremişti.
Bazıları Laptop'larını almış 1 masa etrafında toplanmış burunlarını karıştıra karıştıra takaratakatak diye tuşlara basıyolardı.
Bazıları cep telefonu sergisi yapıyormuş gibi oturdukları masayı telefonlarını yaymışlardı. ki bu tipleri hiç anlamam, ulan dandirik uzay çağındayız, cep telefonu olmayanı dövüyolar, neyin havasını atıyosun?
Bazıları ise burunlarını karıştıra karıştıra ders yapıyorlardı.
korka korka bi köşeye oturdum, arkadaş rahat ol yahu bunlar zararsız dese de rahat olamıyordum.
bir süre sonra kantin kapısından sivilceli gözlüklü saçları beatles tarzı yaklaşık 7-8 kişi girdi.
gelip hemen yanımıza oturdular, ve aralarından biri bana bakarak ses çıkardı, sanırsam havlıyodu, anlamadım o yüzden iyice koltuğuma gömüldüm ve göz göze gelmemek için gayret gösterdim.
benle konuşmak isteyen kişi bir daha bir şey söyledi ve bu sefer anladım. sanırsam kendisi bir alien'dı ve ilk söylediği şey alienceydi. Alien bunlar uzaylı uzaylı, adamlar yapmış işte, evren de konuşulan tüm dilleri öğrenmişler. başladı benle almanca konuşmaya.
önce ergenlikten yeni yeni çıkmaya başlamış sesi daha yeni olgunlaşmış bir ses tonuyla bana "merhaba" dedi, karşılık verdim. yenimisin aramızda diye bi soru sordu, sanırsam benim normal bir insan olduğumu anlayamadı, bende çaktırmadım tabiyki, hemen evet evet yeniyim dedim. hangi bölümde okuyosun dedi, bende aklıma gelen ilk şeyi salladım "çaycılık!?!?"
bi anda ilgilerini çekti sanırsam sormaya başladılar yeşil çay siyah çay mor çay. bende sallamaya devam ettim, ne işim olur benim çayla.
sonra aralarından biri saate bakıp "satranç kursumuz başlıyor arkadaşlar" dedi ve hepsi kalkıp yine alien'ce konuşup ayrıldılar. bende fırsat bu fırsat dedim, ve ön kapıdan koşarak kaçtım.
iyiki Üniversiteye gitmemişim. pek tekin yerler değil kanımca.
Önemli not: 3 türün 2si burnunu karıştırıyordu, evet farkındayım 2 kere üst üste yazdım. bu bir hata değildir, gerçektir, üniversite de 3 kişiden 2si paso burun karıştırır.
Orta okulda aynı tantana devam etti. Orayı da tıngır mıngır geçtik. Sonra Akademi, Ticaret olanından. tabi o okula başarılı bir öğrenci olmak şartıyla aldıkları için annem yıllar sonra Üniversite zırıvırısını kesmişti, ve o yıl zart diye 7 kırık'la sınıfta kalınca o Üniversite kelimesinin yokluğunun tadını sadece 1 yıl yaşamıştım. ondan sonra 3 yıl daha liseye gittik ve üniversite hayal oldu tabi.
Üniversite hayal olunca benim kampüslerin efendisi olma hedefimde daha başlamadan bitmişti, yıllarca porno kasetlerinden izlediğimiz college party lerde sınırsız alkol ve kız hayallerim noktalanmıştı.
bir kaç zaman evvel arkadaş sayesinde bir kampüs'e ayak bastım, hiç işim yoktu orda aslında ama yine de bastım ayağımı.
kantin de enteresan tipler oturuyordu, sanki farklı dünyalara adım atmıştım, orda ki kişiler insan değilmiş gibi yansıyordu, ve inceden korku vardı içimde, kesin benim üniversiteli olmadığımın kokusunu alıp linç edecekler beni diye içimden geçirmiyor değildim.
yalnız tek bir tür yoktu, farklı farklı türler üremişti.
Bazıları Laptop'larını almış 1 masa etrafında toplanmış burunlarını karıştıra karıştıra takaratakatak diye tuşlara basıyolardı.
Bazıları cep telefonu sergisi yapıyormuş gibi oturdukları masayı telefonlarını yaymışlardı. ki bu tipleri hiç anlamam, ulan dandirik uzay çağındayız, cep telefonu olmayanı dövüyolar, neyin havasını atıyosun?
Bazıları ise burunlarını karıştıra karıştıra ders yapıyorlardı.
korka korka bi köşeye oturdum, arkadaş rahat ol yahu bunlar zararsız dese de rahat olamıyordum.
bir süre sonra kantin kapısından sivilceli gözlüklü saçları beatles tarzı yaklaşık 7-8 kişi girdi.
gelip hemen yanımıza oturdular, ve aralarından biri bana bakarak ses çıkardı, sanırsam havlıyodu, anlamadım o yüzden iyice koltuğuma gömüldüm ve göz göze gelmemek için gayret gösterdim.
benle konuşmak isteyen kişi bir daha bir şey söyledi ve bu sefer anladım. sanırsam kendisi bir alien'dı ve ilk söylediği şey alienceydi. Alien bunlar uzaylı uzaylı, adamlar yapmış işte, evren de konuşulan tüm dilleri öğrenmişler. başladı benle almanca konuşmaya.
önce ergenlikten yeni yeni çıkmaya başlamış sesi daha yeni olgunlaşmış bir ses tonuyla bana "merhaba" dedi, karşılık verdim. yenimisin aramızda diye bi soru sordu, sanırsam benim normal bir insan olduğumu anlayamadı, bende çaktırmadım tabiyki, hemen evet evet yeniyim dedim. hangi bölümde okuyosun dedi, bende aklıma gelen ilk şeyi salladım "çaycılık!?!?"
bi anda ilgilerini çekti sanırsam sormaya başladılar yeşil çay siyah çay mor çay. bende sallamaya devam ettim, ne işim olur benim çayla.
sonra aralarından biri saate bakıp "satranç kursumuz başlıyor arkadaşlar" dedi ve hepsi kalkıp yine alien'ce konuşup ayrıldılar. bende fırsat bu fırsat dedim, ve ön kapıdan koşarak kaçtım.
iyiki Üniversiteye gitmemişim. pek tekin yerler değil kanımca.
Önemli not: 3 türün 2si burnunu karıştırıyordu, evet farkındayım 2 kere üst üste yazdım. bu bir hata değildir, gerçektir, üniversite de 3 kişiden 2si paso burun karıştırır.
24 Ocak 2008 Perşembe
Havuz sahibi olamamak
Herşey küçüklükten kalma derler ya (derler mi böyle bir şey bilmiyorum ama böyle bir cümleyle hep söze başlamak istemişimdir) harbiden de öyle.
Ehliyeti alana kadar babam araba kullanırken onu izler, cam kirlendiği zaman silecekleri çalıştırmadan önce su fışkırtıp sonra silecekleri çalıştırmasını beklerdim hep. sileceklerin ilk baştan kuru cam'da vrrzzgt vrrzzgt diye ses çıkarması da ayrı bi zevk katardı işin içine.
Sonra ehliyetim oldu, arabaya bindim ve ilk yaptığım şey o suyu fışkırtmaktı, onu yaptıktan sonra anladım ki aslında o kadar da zevkli bir şey değilmiş, hatta çok dandikmiş, bazen iyi silemeyince de sinirlenme sebebi olabiliyor o adi silecekler, daha düzgün bir şey niye icat edememiş insanoğlu? hatta bazı arabaların (markayı söyleyip reklam yapmak istemiyorum) far'larında bile silecek vardır, çok saçma bulurum, ama düşününce küçükken hepimiz arabanın gözü farlar sanmıyor muyduk? evet, e doğal olarak göze de bir silecek lazım, nasıl biz insanların göz kapağı varsa, Mercedes marka arabaların da silecekleri var gözlerinde.
Aslında çocukken farkında varmak lazımdı bu durumun, yıllar yılı Toys'r'us tan gelen reklam kağıtlarına bakıp özenmedik mi ah şu oyuncak benim olsa diyip? Reklam kağıtları resmen oyuncağımız olmadı mı? benim şahsen reklam kağıtları çocukluğumun en güzel ve en harika oyuncağıydı. çünkü hayal edebiliyordum. asla alınmayacak hediyelere bakıp hayal ediyordum, gözümün önünde sanki o an yaşıyormuşum gibi o hayal ettiğim oyuncakla oynuyordum.
Hangi baba çocuğuna havuz alır ki? benimki de almadı. ama reklam kağıdında ki havuza bakıp benimmişim gibi davranabiliyordum.
Hatta hatırlarım komşular bir gün bahçelerine havuz almış hortumla su dolduruyolardı, bende suyun sesini duyup bizim bahçeden onların bahçeye geçip ellerim pipimin önünde boynum sola doğru yatık masum çocuk duruşu sergiledim, beni de davet ederler diye. davet etmediler ama ben yine de mayomu giyip girdim o havuza.
bi yandan seviniyodum artık havuzumuz var diye, bi yandan da kıskanıyordum. bu havuz bizim bahçede durmalı diye. ama sevincim kıskançlığımın üstündeydi her zaman, hava kötü olduğu günler bunun hesabını arkadaştan soruyoduk mahalle olarak "niye hava kötü lan, kötü havalarda senin havuza giremiyoruz" diye.
hava güzel olduğu zamanlarda ise mahalle de ki tüm çocukların en iyi arkadaşı oluyordu bizim komşu.
İnsanoğlu harbiden aşağılık puşt'tur. çıkarımıza göre davrana davrana zaten sıçtık dünyanın ağzına. küresel ısınmanın sebebi sadece budur. güzel havalarda mahallenin en iyisi olup, kötü havalarda mahallenin lavuğu ilan edilmek'te sadece o havuzu kuran ailesinin ipneliğidir. bize suç bulmasın o adını unutup iki saattir komşu, arkadaş ve lavuk diye hitap ettiğim şahıs.
Seni özlüyorum komşu, acaba hala aynı evde mi yaşıyorsun? bir gün ziyaretine gelirim elbet. elbet.
Ehliyeti alana kadar babam araba kullanırken onu izler, cam kirlendiği zaman silecekleri çalıştırmadan önce su fışkırtıp sonra silecekleri çalıştırmasını beklerdim hep. sileceklerin ilk baştan kuru cam'da vrrzzgt vrrzzgt diye ses çıkarması da ayrı bi zevk katardı işin içine.
Sonra ehliyetim oldu, arabaya bindim ve ilk yaptığım şey o suyu fışkırtmaktı, onu yaptıktan sonra anladım ki aslında o kadar da zevkli bir şey değilmiş, hatta çok dandikmiş, bazen iyi silemeyince de sinirlenme sebebi olabiliyor o adi silecekler, daha düzgün bir şey niye icat edememiş insanoğlu? hatta bazı arabaların (markayı söyleyip reklam yapmak istemiyorum) far'larında bile silecek vardır, çok saçma bulurum, ama düşününce küçükken hepimiz arabanın gözü farlar sanmıyor muyduk? evet, e doğal olarak göze de bir silecek lazım, nasıl biz insanların göz kapağı varsa, Mercedes marka arabaların da silecekleri var gözlerinde.
Aslında çocukken farkında varmak lazımdı bu durumun, yıllar yılı Toys'r'us tan gelen reklam kağıtlarına bakıp özenmedik mi ah şu oyuncak benim olsa diyip? Reklam kağıtları resmen oyuncağımız olmadı mı? benim şahsen reklam kağıtları çocukluğumun en güzel ve en harika oyuncağıydı. çünkü hayal edebiliyordum. asla alınmayacak hediyelere bakıp hayal ediyordum, gözümün önünde sanki o an yaşıyormuşum gibi o hayal ettiğim oyuncakla oynuyordum.
Hangi baba çocuğuna havuz alır ki? benimki de almadı. ama reklam kağıdında ki havuza bakıp benimmişim gibi davranabiliyordum.
Hatta hatırlarım komşular bir gün bahçelerine havuz almış hortumla su dolduruyolardı, bende suyun sesini duyup bizim bahçeden onların bahçeye geçip ellerim pipimin önünde boynum sola doğru yatık masum çocuk duruşu sergiledim, beni de davet ederler diye. davet etmediler ama ben yine de mayomu giyip girdim o havuza.
bi yandan seviniyodum artık havuzumuz var diye, bi yandan da kıskanıyordum. bu havuz bizim bahçede durmalı diye. ama sevincim kıskançlığımın üstündeydi her zaman, hava kötü olduğu günler bunun hesabını arkadaştan soruyoduk mahalle olarak "niye hava kötü lan, kötü havalarda senin havuza giremiyoruz" diye.
hava güzel olduğu zamanlarda ise mahalle de ki tüm çocukların en iyi arkadaşı oluyordu bizim komşu.
İnsanoğlu harbiden aşağılık puşt'tur. çıkarımıza göre davrana davrana zaten sıçtık dünyanın ağzına. küresel ısınmanın sebebi sadece budur. güzel havalarda mahallenin en iyisi olup, kötü havalarda mahallenin lavuğu ilan edilmek'te sadece o havuzu kuran ailesinin ipneliğidir. bize suç bulmasın o adını unutup iki saattir komşu, arkadaş ve lavuk diye hitap ettiğim şahıs.
Seni özlüyorum komşu, acaba hala aynı evde mi yaşıyorsun? bir gün ziyaretine gelirim elbet. elbet.
21 Ocak 2008 Pazartesi
Street Fighter'da hiç şampiyon olamadım
Game Boy'u icat edenin baya para kazandığı zamanlardı. bende istemiştim, babam sağolsun almıştı. sonra bozuldu. aldığım ilk gün hemde. aslında sonra dan bozulmadı. aldığımda bozuktu. geri götürdü babam. yeni aldı geldi. o oluyodu. ama oyun kasetim yoktu. oynayamadım. ertesi gün gittim eskiciden street fighter oyunu aldım. daha önceleri hep arkadaş'a gittiğimde o oynuyordu, bende çok özeniyordum. ama bana vermiyodu Game Boy'unu. malı kıymetliydi. kimseye vermiyodu. Bencil orosçocuğu. bende aynı oyunu aldım. o gelince ona vermiyecektim. bi gün geldi, hemen koştum çekmecemden game boy'u aldım. açtım ve oynamaya başladım. "o hangi oyun" dedi. Game Boy'un içine gömülmüş, kambur bir şekilde otururken suratımı arkadaşım Gökhan'ın oturduğu yöne doğru çevirip gözlerimi oyundan ayırmadan "striğt faytır olummm" dedim. "o eskidi striğt faytır 2 yi biliyon mu sen" dedi. ben tabi bilmiyordum. "ben bu teknoloji'nin mına koyayım ne çabuk gelişti lan" diyip veryansın ettim. Street fighter'ın bir kaç serisi daha çıktı ondan sonra.
ben tabi hiç birini almadım. bence saçmaydı. sonuçta aynı karakterlerle oynuyodun. aduket bile değişmemişti. sadece icat eden lavuk daha çok para kazanmak için durmadan yeni sürümünü geliştiriyordu.
Ben ilk street fighter oyunuma sadık kaldım. evde, okulda, park'ta, tuvalet'te hep yanımdaydı hep oynuyodum. arada pili bitiyodu. park'ta top oynayan çocuklara doğru boş pilleri atıp "yabancı maddeğğğ yabancı maddeleeeğğğr yağıyor sahaya" diye espri yapmaya çalışyodum. tabi hiç biri gülmüyodu genellikle aralarından biri beni kovalıyodu. Bazen o çocuklar köpekleriyle gelip gövde gösterisi yapıyorlardı. Köpekler artistlik yapıp durmadan havladıkları için o gün bu gündür köpeklerden tırsarım. o yüzden de çocukluğumun çoğu maymun gibi ağaçların tepesinde geçmiştir.
bazen tırmanmak güç oluyodu, ağacın sümükleri mi ne akıyodu böyle yapış yapış iğrenç bir maddeye bulanıyordu elimiz. Sanki çok çalkalanıp açılmış bir kola şişesinden fışkıran ve ele bulaşan kola gibi oluyodu. aynı yapışıklık. tiksiniyordum. hala tiksinirim. o yüzden kolamı çalkalayıp şaka yapmak isteyenlere küfür ederim. öyle şaka mı olur? ortalığı batırmaktan başka bir şey değil. Annem hep kızardı, odanı temizle derdi hep. ama en azından kola dökmüyordum etrafa.
Kemal amca vardı mahallede, ne zaman görsek elinde kutu kola ve çok mutlu bir ifadeyle "selam çocuklar nasılsınız inşallah" derdi. ben hiç anlamazdım bu soruyu, nasılsınız inşallah ne demekti? iyisinizdir inşallah dese tamam'da nasılsınız inşallah ne demek oluyo ki?
işte o Kemal abi bir gün hastaneye kaldırıldı, ziyaretine gittik. hastanede hemşireye kemal abiyi sorduk. önce 4. kata çıkmamızı ve orda sormamızı istedi, 4. kata çıktık, doğumhaneymiş orası. korkup kaçtık tabi. niye korktuğumuzu bilmiyorum. ama kaçtık.
benim çocukluğum zaten hep kaçmakla geçti, okuldan, arkadaşlardan, köpeklerden, doğumhaneden. hep kaçtım. sanırım psikoloji de buna sorunla karşılaşmaktan korkan birey deniliyor.
aslında ben sadece bitmeyen bir pil istiyorum.
ben tabi hiç birini almadım. bence saçmaydı. sonuçta aynı karakterlerle oynuyodun. aduket bile değişmemişti. sadece icat eden lavuk daha çok para kazanmak için durmadan yeni sürümünü geliştiriyordu.
Ben ilk street fighter oyunuma sadık kaldım. evde, okulda, park'ta, tuvalet'te hep yanımdaydı hep oynuyodum. arada pili bitiyodu. park'ta top oynayan çocuklara doğru boş pilleri atıp "yabancı maddeğğğ yabancı maddeleeeğğğr yağıyor sahaya" diye espri yapmaya çalışyodum. tabi hiç biri gülmüyodu genellikle aralarından biri beni kovalıyodu. Bazen o çocuklar köpekleriyle gelip gövde gösterisi yapıyorlardı. Köpekler artistlik yapıp durmadan havladıkları için o gün bu gündür köpeklerden tırsarım. o yüzden de çocukluğumun çoğu maymun gibi ağaçların tepesinde geçmiştir.
bazen tırmanmak güç oluyodu, ağacın sümükleri mi ne akıyodu böyle yapış yapış iğrenç bir maddeye bulanıyordu elimiz. Sanki çok çalkalanıp açılmış bir kola şişesinden fışkıran ve ele bulaşan kola gibi oluyodu. aynı yapışıklık. tiksiniyordum. hala tiksinirim. o yüzden kolamı çalkalayıp şaka yapmak isteyenlere küfür ederim. öyle şaka mı olur? ortalığı batırmaktan başka bir şey değil. Annem hep kızardı, odanı temizle derdi hep. ama en azından kola dökmüyordum etrafa.
Kemal amca vardı mahallede, ne zaman görsek elinde kutu kola ve çok mutlu bir ifadeyle "selam çocuklar nasılsınız inşallah" derdi. ben hiç anlamazdım bu soruyu, nasılsınız inşallah ne demekti? iyisinizdir inşallah dese tamam'da nasılsınız inşallah ne demek oluyo ki?
işte o Kemal abi bir gün hastaneye kaldırıldı, ziyaretine gittik. hastanede hemşireye kemal abiyi sorduk. önce 4. kata çıkmamızı ve orda sormamızı istedi, 4. kata çıktık, doğumhaneymiş orası. korkup kaçtık tabi. niye korktuğumuzu bilmiyorum. ama kaçtık.
benim çocukluğum zaten hep kaçmakla geçti, okuldan, arkadaşlardan, köpeklerden, doğumhaneden. hep kaçtım. sanırım psikoloji de buna sorunla karşılaşmaktan korkan birey deniliyor.
aslında ben sadece bitmeyen bir pil istiyorum.
25 Aralık 2007 Salı
23 Aralık 2007 Pazar
Gece yarısı muhabbeti
Saat gece olmuş 2:30, dedim bir içeri bakayım (içersi = oturma, yaşama, televizyon ve sosyalleşme odası) babam ve kardeşim karşılıklı oturmuşlar bakışıyolar ve sanırsam sosyalleşiyolar, dedim bende bakayım belki bir şey kazanırım.
kazandığım bol ve geniş kapsamlı enteresan bi muhabbet oldu, çok şey hakkında konuştuk tam 2buçuk saat boyunca, Annem uyanıp "ne la bu saat'te, noluyo len" demeseydi büyük ihtimal daha konuşurduk. yarın inter - milan maçı var, tam o saatte misafir gelecek. maç saat 3te, inşallah misafirleri yarı uyanık boxer ve milan atkımla burnumu karıştırırken karşılamam.
konuştuğumuz konular hakkında ilginç sorular takıldı aklıma, en yakın zamanda araştırıp ufak bi yazı yayımlarım artık.
hadi yaşadınız yine
kazandığım bol ve geniş kapsamlı enteresan bi muhabbet oldu, çok şey hakkında konuştuk tam 2buçuk saat boyunca, Annem uyanıp "ne la bu saat'te, noluyo len" demeseydi büyük ihtimal daha konuşurduk. yarın inter - milan maçı var, tam o saatte misafir gelecek. maç saat 3te, inşallah misafirleri yarı uyanık boxer ve milan atkımla burnumu karıştırırken karşılamam.
konuştuğumuz konular hakkında ilginç sorular takıldı aklıma, en yakın zamanda araştırıp ufak bi yazı yayımlarım artık.
hadi yaşadınız yine
20 Aralık 2007 Perşembe
Allah'a yakın bana uzak...

...olsun bu tip insanlar.
...ve bunlar.
ve bahçelerinde kurban kesenler, ve kanalizasyonun yanında kurban kesenler, kurbanı kesmeyi beceremeyip elinden kaçırıp kovalayıp kurbana acı çektirenler, kurbanı keserken acı çektirenler... Allah sizi bildiği gibi yapsın, bu gece huzurla yatağınıza yatıp sevap işlediğinizi sanıyosanız yazık sizin halinize.
Beceremiyosan bırak kardeşim, ya da bırak bi usta kessin kurbanı senin yerine.
Alkol, Sigara, Tuvalet - Şeytan üçgeni
Alkol'ü severim. içerim.
daha çok içerim.
ertesi gün sevmem.
içmem.
ama akşam içerim.
uyurum. kalkarım.
sevmem. nefret ederim.
tuvalete giderim.
kendi kendime küfür ederim.
otururum.
15 dakika.
belki 20.
bazen 10.
ama 15 ortalama.
kalkarım.
sigara yakarım.
varsa.
genelde yoktur.
bi gece önce içerken biter.
hep biter.
içerken biter.
uyuz olurum.
çünkü sigara lazım olur.
ciğerler kendine gelmeye başlayınca isyan ederim.
para ararım. param da yoktur.
halının altına bakarım.
koltuğun altı da olabilir.
kumbara? evet. bakarım.
bulurum.
en sonunda param olur.
tam 3.60 Avro.
bazen 3.90 lazım olur.
ama ben 3.60 olanını severim.
aslında fark etmez.
hepsi sağlığa zararlıdır.
hatta not bile vardır sigara paketinde.
giyerim ayakkabılarımı.
eşofmanın üstüne bi ceket.
bazen güzel olur.
kafam. güzel.
kafam güzel olduğu zaman boxer la ceket kombinasyonu yaparım.
çıkarım dışarı.
giderim sigara otomatına.
Türkiye'deki vatandaşlar bilmez.
sigara otomatı mı olur lan?
olur.
burası Avrupa.
robot'tan sigara.
ama Türkiye'de de durum farklı değil.
otomat yerine nöbetçi bakkal.
gidilir.
sigara alınır.
eve gelinir.
yakılır.
ucundan çekilir.
derin derin.
ohhhhh.
gitti 3.60.
olsun.
eve gidip 1 kadeh daha.
yarın iş günü.
eve gidilir.
1 kadeh çıkmaz.
olmaz.
asla.
yetmez.
bitmez.
biter aslında. bittiği için olmaz.
isyan edilir.
yatılır.
sabah uyanılır
ulan niye?
niye içtim?
sorulur.
cevap verilir. seviyorum.
aslında sevmiyorum.
ama seviyorum.
sonra tuvalete gidilir.
daha çok içerim.
ertesi gün sevmem.
içmem.
ama akşam içerim.
uyurum. kalkarım.
sevmem. nefret ederim.
tuvalete giderim.
kendi kendime küfür ederim.
otururum.
15 dakika.
belki 20.
bazen 10.
ama 15 ortalama.
kalkarım.
sigara yakarım.
varsa.
genelde yoktur.
bi gece önce içerken biter.
hep biter.
içerken biter.
uyuz olurum.
çünkü sigara lazım olur.
ciğerler kendine gelmeye başlayınca isyan ederim.
para ararım. param da yoktur.
halının altına bakarım.
koltuğun altı da olabilir.
kumbara? evet. bakarım.
bulurum.
en sonunda param olur.
tam 3.60 Avro.
bazen 3.90 lazım olur.
ama ben 3.60 olanını severim.
aslında fark etmez.
hepsi sağlığa zararlıdır.
hatta not bile vardır sigara paketinde.
giyerim ayakkabılarımı.
eşofmanın üstüne bi ceket.
bazen güzel olur.
kafam. güzel.
kafam güzel olduğu zaman boxer la ceket kombinasyonu yaparım.
çıkarım dışarı.
giderim sigara otomatına.
Türkiye'deki vatandaşlar bilmez.
sigara otomatı mı olur lan?
olur.
burası Avrupa.
robot'tan sigara.
ama Türkiye'de de durum farklı değil.
otomat yerine nöbetçi bakkal.
gidilir.
sigara alınır.
eve gelinir.
yakılır.
ucundan çekilir.
derin derin.
ohhhhh.
gitti 3.60.
olsun.
eve gidip 1 kadeh daha.
yarın iş günü.
eve gidilir.
1 kadeh çıkmaz.
olmaz.
asla.
yetmez.
bitmez.
biter aslında. bittiği için olmaz.
isyan edilir.
yatılır.
sabah uyanılır
ulan niye?
niye içtim?
sorulur.
cevap verilir. seviyorum.
aslında sevmiyorum.
ama seviyorum.
sonra tuvalete gidilir.
2 Aralık 2007 Pazar
Aşkını duvara yazdı, 1 yıl ücretsiz çalışacak

Kırıkkale’de, sevdiği kızın ismini okulun duvarına yazan gence, kamu kurumunda 1 yıl ücretsiz çalışma cezası verildi.
Kaynak: ntvmsnbc.com
***Bre kardeşim, ne gereği var duvara aşkının adını yazmanın? al işte gördün mü yediğin cezayı, şimdi her iddiasına girerim ki o kız seni 2 ay sonra terk eder, ya başkasını bulur, veya seni bu ezikliklerinden dolayı güçsüz bi erkek olarak gördüğü için terk eder.. ee sonra? sen o yediğin halt için 10 ay daha çalışıcaksın. oldu mu şimdi??
Hayır git "forza kırıkkalespor" yaz, ne bilim, böyle 1 yıl ücretsiz çalışmaya değecek bir şey yaz. kıza aşkını itiraf etmiş, kusura bakma kardeş burayı okursan alınma ama baya bi salak mışın yahu.
1 Aralık 2007 Cumartesi
Radyocuların amacı ne?

İş hayatına atılan insanlar radyolarla içli dışlı oluyo ister istemez, taksiciyseniz paso radyo, ofiste çalışıyorsanız yine radyo, işçiyseniz vardır birisinin ufak tefek bi radyosu. Yani kısaca iş hayatına atılan herkes radyo dinler, peki radyocular? onlar kendilerini dinlemiyolar onların işi zaten program yapmak, neyse asıl konu şu, Radyocular konuştukları konuları nerden buluyolar?
Aylardır hep takip ederim yayın akışı aynen şöyledir;
Ptesi Sabahı -> hoppidi hoppidi şarkılar -> Radyocunun yorumu: Eveettt ptesi sabahı bugün hepimiz lanet ediyrouz dimi dimi yeea yeee ovv yee şimdi rihanna pliğs dons dot dı muysık.
Ptesi Akşam -> sakin şarkılar -> Radyocunun yorumu: eveeeeaaat haftanın en iğrenç gününü geride bıraktık şimdi parti yapıyoruz eveaeaeataet, sırada Sezen Aksu İstanbul şarkısıyla sizlere seslenecek...
Salı, Çarşamba bunlar pek değişmez,
fakat Perşembe oldu mu yorumlar değişir şarkı sıralaması değişmese de "Haftasonuna 2 gün kaldıaaa 2 güüünnn" (sanki maç anlatıyo lavuk) sinirlenirim, deliririm, yakarım bi sigara öf pöf diyip kendi kendime bunu yazıma taşımalıyım diye içimden geçiririm.
Cuma günü yine yayın akışı aynı, yorumcu artık başlamıştır bizim yerimize saatleri saymaya, ulan dingil sanki sen çalışıyosun haftanın 40 saati eşşek gibi, sen günde 2 saat çalışıp gününe öyle devam ediyosun, dalga mı geçiyosun ulaaan derim hep bende.
Haftasonu? buna yorum yapamicam, Cumartesi Pazar günleri çalışmadığım için radyo da dinlemiyorum, malum en başta dediğim gibi, iş hayatı = Radyo
26 Kasım 2007 Pazartesi
ufak yalanlar
hepimizin vardır ufak tefek yalanları, yalan söylemiyorum diyen en büyük yalanı söyler, fakat değinmek istediğim komik olan yalanlar.
Misal olarak son başıma gelen şeyi anlatayım, bi arkadaş'ın iPodu ödünç aldım ve dinlemeye koyuldum, daha ilk alet açılmadan arkadaşın yorumu "içeriğinde ki şarkıları kuzenim yükledi ehemehemeh"... e ulan banane? kim yüklediyse yükledi, hayır sen o tarz şarkı dinliyosan da ne dicem? zevkine sıçayım mı diyecem? yooook, zevkler ve renkler tartışılmaz. gerçi ben tartışırım, ama niye yalan söylüyosun? Britney Spears - Give me baby one more time şarkısını yüklediysen delikanlı gibi arkasında dur dimi?
Kuzen yüklemişmiş....
herkesin vardır böyle ufak tefek yalanları, ezik görünecek korkusuyla ya en yakın arkadaşına veya akrabasına boku atar. yapmayın etmeyin güzel kardeşlerim, hayır madem dinlediğinden utanıyosun o zaman yükleme. yüklüyosan da arkasında dur.
benim başıma böyle bi olay geldi mi diye soracak olursanız. Hayır gelmedi, kökten çözüm -> mp3 veya iPod almamak.
Misal olarak son başıma gelen şeyi anlatayım, bi arkadaş'ın iPodu ödünç aldım ve dinlemeye koyuldum, daha ilk alet açılmadan arkadaşın yorumu "içeriğinde ki şarkıları kuzenim yükledi ehemehemeh"... e ulan banane? kim yüklediyse yükledi, hayır sen o tarz şarkı dinliyosan da ne dicem? zevkine sıçayım mı diyecem? yooook, zevkler ve renkler tartışılmaz. gerçi ben tartışırım, ama niye yalan söylüyosun? Britney Spears - Give me baby one more time şarkısını yüklediysen delikanlı gibi arkasında dur dimi?
Kuzen yüklemişmiş....
herkesin vardır böyle ufak tefek yalanları, ezik görünecek korkusuyla ya en yakın arkadaşına veya akrabasına boku atar. yapmayın etmeyin güzel kardeşlerim, hayır madem dinlediğinden utanıyosun o zaman yükleme. yüklüyosan da arkasında dur.
benim başıma böyle bi olay geldi mi diye soracak olursanız. Hayır gelmedi, kökten çözüm -> mp3 veya iPod almamak.
22 Kasım 2007 Perşembe
Doktor'da beklemek
Tüm dünya da aynıdır bu olay. Doktor'a git, her türlü kafadan en az yarım saat beklersin, girerken bekleme odasında olanlara şöyle bi bakarsın, ve hafızanda tutmaya çalışırsın suratları, ki senden sonra gelenleri sonradan umursama, sıranı bil, herşey adaletli işlesin diye.
Dergiler vardır, çoğu zaman Doktor veya asistanı evde 8 aydır kendi evinin tuvaletinde duran eski püskü dergiyi getirir millet okusun diye. Derginin bulmaca eki her zaman hatalı bir şekilde de olsa çözülmüştür, can sıkıntını giderebilcek bir tane haber yoktur, lakin orda duran dergilerin 90%ı kadınları ilgilendiren dergilerdir.
beklerken çoğu zaman giren hastanın çıkmak bilmediğini düşünürsün, ulan 25 dakkadır içerde, lokal anastezi mi yapıyo lan bu dersin ve beklersin (lokal anastezi ne lan, aklıma ilk gelen doktorca bir terimi yazayım dedim, sallaparti yazdık neyse...)
Bazen isyan bayraklarını çekmeye hazırlanırsın, ne ulan bu nezle olduğum için geldim, yaşlılıktan ölecez birazdan diye içinden geçirirsin, ben şahsen kendi kendime fıkra anlatıp sırıtırım, sonra kendime gülmem gelir kendimi zor tutarım, yanımda oturan elemanlar da genellikle bu durumun farkında olup ufo görmüş masum köylü bakışları sergilerler.
eğer yanınızda kitap, mp3 çalar, psp gibi can sıkıntısını giderici şeyler yoksa doktor'a gitmek katliam sebebi olabilir.
gittiğiniz de bekleme odasında 'sadece' 3 kişi var diye sevinirsiniz, ilk kişi 32 dakika, ikincisi 21 dakika içerde kaldıktan sonra 'ulan düşün bi de 10 kişi bekleyen hastalar oluyo, vah yazık bu memlekete, doktor yetişmiyo demek ki' diye düşünürken sıra sana gelir.
ve girmenle çıkman bir olur, ulan dersin, çay may ikram et, diğerlerine niye ekstra bakıyosun da benim işim 2 dakika da bitiyor?
Dergiler vardır, çoğu zaman Doktor veya asistanı evde 8 aydır kendi evinin tuvaletinde duran eski püskü dergiyi getirir millet okusun diye. Derginin bulmaca eki her zaman hatalı bir şekilde de olsa çözülmüştür, can sıkıntını giderebilcek bir tane haber yoktur, lakin orda duran dergilerin 90%ı kadınları ilgilendiren dergilerdir.
beklerken çoğu zaman giren hastanın çıkmak bilmediğini düşünürsün, ulan 25 dakkadır içerde, lokal anastezi mi yapıyo lan bu dersin ve beklersin (lokal anastezi ne lan, aklıma ilk gelen doktorca bir terimi yazayım dedim, sallaparti yazdık neyse...)
Bazen isyan bayraklarını çekmeye hazırlanırsın, ne ulan bu nezle olduğum için geldim, yaşlılıktan ölecez birazdan diye içinden geçirirsin, ben şahsen kendi kendime fıkra anlatıp sırıtırım, sonra kendime gülmem gelir kendimi zor tutarım, yanımda oturan elemanlar da genellikle bu durumun farkında olup ufo görmüş masum köylü bakışları sergilerler.
eğer yanınızda kitap, mp3 çalar, psp gibi can sıkıntısını giderici şeyler yoksa doktor'a gitmek katliam sebebi olabilir.
gittiğiniz de bekleme odasında 'sadece' 3 kişi var diye sevinirsiniz, ilk kişi 32 dakika, ikincisi 21 dakika içerde kaldıktan sonra 'ulan düşün bi de 10 kişi bekleyen hastalar oluyo, vah yazık bu memlekete, doktor yetişmiyo demek ki' diye düşünürken sıra sana gelir.
ve girmenle çıkman bir olur, ulan dersin, çay may ikram et, diğerlerine niye ekstra bakıyosun da benim işim 2 dakika da bitiyor?
9 Kasım 2007 Cuma
Playstation'ı yasaklayan annesi için kiralık katil tuttu

ABD'de 16 yaşında bir çocuğun Playstation oynamasına izin vermeyen annesini öldürmek üzere kiralık katil tutarken yakalandığı ortaya çıktı.
Maryland eyaletindeki Lexington Park şehrinde, haziran ayında yaşanan olayda, Cory Ryder adlı bir çocuk, birçok arkadaşı gibi saatlerce oyun oynadığı için annesi Shannan Troiano tarafından uyarıldı. 35 yaşındaki anne, bir süre sonra Playstation marka oyun konsoluna ve televizyona el koyunca ortaokul öğrencisi Ryder çılgına döndü.
Çocuğun dersten kaçıp çevreye zarar verdikten sonra okulu terk ettiği, annesinin cüzdanından 45 dolar çalınca evinden de atıldığı bildirildi.Washington Post'un haberine göre, halen yargılanan Ryder, sonunda annesini öldürtmeye karar verdi. Planını annesinin bir arkadaşına anlatınca, polisin de olaydan haberi oldu.
Kiralık katil gibi davranan bir polis memuruyla otelde buluşan çocuğun "İki kurşun yeter" dediği ve cinayete karşılık üvey babasının kamyonetini önerdiği bildirildi. Beş aydır tutuklu bulunan Ryder, cinayete teşebbüsten yargılanıyor, ancak yaşı nedeniyle en geç 21 yaşından sonra serbest kalacak.
Bu cocuk niye böyle psikopat? bakin ben cocukta suc bulmuyorum suc anne de. inanmayan gecen haftaki yazimi okusun. haksizsam cükümü kessinler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)