23 Aralık 2007 Pazar

Şehirden çıktım dağa

3 kere üst üste Futbol'dan bahsettik, bu kadar yeter şimdilik.
Geçen hafta günlerden bir gün Halil'le buluştuk ve dağa çıkalım dedik. Fakat bizim için dağa çıkmak bi tümseğe çıkmakla eş değer. sakın böyle aman aman 3932 metreye çıktığımızı sanmayın. ormana gittik işte. çok güzeldi gezdik böyle orman havası çektim ciğerlere. hadi burdan yürüyelim hadi şurdan gidelim diyip hep mutlu bi şekilde bilmediğimiz yollara girip aklımız sıra heyecan yaptık.
Aslında harbiden heyecan yaptık ama he. bi tabela çıktı tam orman girişinde "zart köprüsü geçişe yasaklanmıştır" yazıyodu. o zart köprüsü olmadan da bizim orda bi işimiz aslında yoktu. fakat heyecan olsun belki başka yol buluruz mantığında girdik ormana.


Yürüdük baya bi, ben fotoğraf çektim, halil geldiğine küfür ediyodu galba. hemde eski basket ayakkabılarını giymişti, ufak tefek yerlerde kayıp duruyodu.
hiç yürümediğimiz yollarda yürümeye başladık, Halil "yukarı mı aşağı mı" diye sorduğumda yukarı giden yolu seçmesi sonucu zart köprüsüne zaten ulaşmamız imkansızlaştı, bilmediğimiz yola girmiştik. yanlış yolu seçmesi nedeniyle sırf bizim değil büyük ihtimal yıllardır kimsenin yürümediği yollardan yürümeye başladık.

Sonra heyecan yaşadık. ayı takliti falan yaptık. Ağaçkakanların "taktaktaktak" sesiyle sessizleştik, sanki saldırıya uğrayacakmışız gibi tetikte kaldık. kendimi bi an tekrar asker de sandım, kendimi yere atıp sürünerek yolu tamamlamak istedim, ama hem son 2 haftadır feci iştah açılmasıyla göt göbek bağlayınca yere atlamaya üşendim, hem fotoğraf makinam var, hemde annem kızacak, yok enis sen normal yürü dedim kendi kendime. çok eğlendik. ama çok sıkıcıydı, orman bildiğimiz orman. ağaç var, yerler de asfalt yok, toprak var, ağaç köklerinin ayağa takılıp sinir etmesi var. var oğlu var. ama heyecanlıydı baya. böyle sanki kanada da bi ormandayım hissine kapıldım, direk fransızca konuşuyomuş gibi yaptım. çünkü kanada da bilmiş insanlar fransızca konuşur. bilmiş insan dışında hiç bir insan da ormana gitmez boş gününde.

yaklaşık 45 dakika sonra artık devamı olmayan bi yolun sonuna geldik. çok enteresan bi cümle oldu ama yolun sonuydu. yol yoktu yani işte. 5 dakika önce mayın görmenin etkisiyle burdan aşağıya atlayalım demek istedim. ama aslında mayın değil bişeyin ölçüm aleti olduğunu fark ettikten sonra boşuna atlayıp belimi kırmayayım diye kendime saklamıştım o fikri.
Halil "öf pöf" edip geri dönmekten yana olur gibi oldu, ama ben hemen durumu kontrol altına alıp "hayır Halil, hayır" dedim ve omuzundan sımsıkı tuttum. "Biz bu yola beraber girdik, bu yoldan beraber çıkacağız, ya ölüm ya kalım. Geri dönüşü yok artık bu yolun" diyerekten onu motive etmeye çalışıyordum. ve parmağımla "bak şuraya bak... bak iyi bak. buraya daha önce de insanlar gelmiş, görüyomusun aşağıda ki sığınağı?? görüyomusun?" dedim. Halil'in karakteri de benim gibi olduğu için hemen gaza geldi "evet Enis evettt. biz bu yoldan geri dönmeyeceğiz, hadi YÜRÜYÜN ASLANLARRR" dedi. aslında sadece biz ikimiz vardık. ama arkamızda bir ordu varmış gibi davranıyoduk. Allah Allah sesleriyle aşağıya doğru koşmaya başladık, tökezleyip yuvarlanmamak için ince ince adımlar atıyodum ben ama Allah Allah seslerini de ağzımdan eksik etmiyodum. yaklaşık 20 metre sonra solumuza baktık ve 1 saat önce yola çıktığımız meydana gelmiştik.
bi an kendimizle gurur duyduk. ve dağ'dan aşağıya indik. eve gitmeden bi dürüm aldım. ve eve giden otobüsü beklemeye başladım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder