19 Temmuz 2011 Salı

Bavul

Başkaları yüzünden yaşadığım gerginlik ömrümden ömür aldı benim. "Ne gibi" diyorsun şu an. "Hemen açıklayayım..." Geçengün metrobüse bindim Şirinevlerden. O da ne, 2 genç (bikızbierkek) Bavullarıyla yanımda dikiliyorlardı. Götüm götüm uzaklaştım aynı kapıya denk gelmeyeyim onlarla diye. Çünkü bunun beni çok gereceğini biliyordum.
İş çıkış saatine de denk geldiğinden "ulan ben bile nasıl bineceğimi burda düşünüyorum adam kız arkadaşını almış utanmadan bavullarla binmeyi planlıyor." diye iç geçirirken metrosbüs geldi. Nasıl gaza geldiysem artık o kadar uzaklaşmışım ki o ikiliden metrobüsün durduğu noktaya 10-15 adım uzaklıktaydım. Boşluğu gözlerimle kestim ve ön kapıdan binerek durma ve tutunma yeri olarak iyi bi yer seçmeye çalıştım. Bavullular da binmiş miydi bilmiyordum. Zaten artık pek de önemi yoktu. Ben kendimi kurtarmış, 27 dakika ve 18 durak sürecek maraton için iyice durduğum yere odaklanmıştım. İncirli, Zeytinburnu, Cevizlibağ derken iyice kapasitesi zorlanıyordu metrobüsün. Edirnekapı durağında bir çok kişinin inip 34A'ya (yani karşıya.. söğütlüçeşmeye.. he işte fener stadının oraya) aktarma yapacağını bildiğimden içimden boogie boogie dansı yapıyordum. O esna da iphone'umdan her ne kadar "Bayhan - Seninle olmak var ya" çalsa da "bize de bir gün oturacak yer düşer düşer inşallah" diye içimden bambaşka nağmeler, bambaşka şarkılar mırıldanıyordum. "Sanki otobüs komple boşalacak bi sen bi de şöför başbaşa kalacaksınız annakoyin" diyenler azınlıktadır eminim. O anı yaşayanlar bilirler ki Edirnekapı da inen 30 kişinin hayatları boyunca dünyaya yapacakları tek iyilik bu olacaktır. (bu noktada bölüp şunu söylemek lazım: tam tersi istikamette Edirnekapı durağında binen 60 kişi yüzünden felç tehlikesi geçiren kişilere ise acil şifalar diliyorum)
Edirnekapı durağına geldiğimizde inenlerin sayısı ortalamanında üstünde olunca ben iyice coştum. Öyle coştum ki ayakta durmalık o kadar yer açılınca oturcak yerleri başkalarına vererek kendimi gere gere 2. kapının ordaki geniş ayakta durma yerine kendimi sabitledim. Ama coşkum uzun sürmedi. Önümü dönmemle birlikte hemen ayağımın dibinde duran 3 bavulu fark etmem beni adeta yıktı. Artık ben dahil herkes yerini bellemişti. Ordan uzaklaşıp ortadaki hortumun oraya gidip kendi yerini bellemiş birini rahatsız etmek olmazdı. 2 seçeneğim vardı. Ya Zincirlikuyuya kadar o bavulların devrilmemesi için dua edeceğim. Ya da inip bir sonraki metrobüse bineceğim. Biraz düşündükten sonra zincirlikuyuya kadar kastırmaya karar verdim. Bavullar devrilcek gibi olurlarsaydı da inerdim. Bavulun sahibi lavuk ve yanındaki kız 4lü koltuğa yayılmış metrobüs gibi bir toplu taşıt aracında romantizmden romantizm beğenirken, onların gerizekalılığının stresini ben çekiyordum. "Ulan dangalaklar, ulan andavallar, Şu bavulları yatırmayı bi öğrenemediniz amına koyim. Lan bunun altı tekerlekli ve sen öyle dimdik koyuyon bunu buraya, hayır hayatım boyunca fizikle de pek ilgilenmene gerek yok ki, bende ilgilenmedim, ama az biraz kafası çalışan her insan o bavulların gaz ve fren anında uzay yörüngesinde takılan uzay istasyonlarının içinde sabitlenmemiş eşyalar gibi uçuşacağını bilir. şunu neden adam gibi yere yatırmıyosun lan" diye sanki eleman karşımdaymışcasına hayal edip içimdekileri yine içime döktüm.
6-7 durak kalmıştı ama ben artık stresten gebermek üzereydim. O bavullar devrilirse kaldırma zorunluluğu en yakın olan kişi olarak sanki bana aitmiş gibi hissediyordum. Arada bir kendimce herkese atarlandım. "Banane lan devrilirse de devrilir hiç kimse kusura bakmasın kimseye yardım etmem" dedim ama yine de içimdeki endişeden kurtulamıyordum. Mecidiyeköye geldiğimizde umutlarım tükenmişti. Onlar da benim gibi ilk ve son durak olan Zincirlikuyuya gideceklerdi. Bana tek duraklık rahatlığı bile hor görmüşlerdi. Ama artık bitmek üzereydi bu işkence ve ben Barcelona karşısında 89. dakikaya 0-0lık eşitlikle giren Levante gibiydim. Doldur boşaltlardan artık bitkin düşmüştüm ama buraya kadar getirip son dakika golü yemek 5-0 lık mağlubiyetten daha çok koyacaktı. Tam aklımdan bunlar geçerken artık olmayan Ali Sami Yen'in yanından geçtik ve yine hüzünlendim. Bir tek itfaiye kapısı durduğundan oraya baktım uzaklaşana kadar. Tam Zincirlikuyu durağına varmıştık ki o tümseğe hızlı giren şöför yüzünden bavullar biraz sarsıldı. Ama yıkılmamışlardı. Panikledim. Tamamiyle bavullara odaklanmış bir şekilde kaskatı duruyordum oracıkta. Yeni yola çıkan başka bir metrobüse yol vermek için durmuştuk. Sonra tekrar gaza basınca bir kez daha sarsıldı bavullar. "N'olur düşme lan n'olur" diye yalvarıyordum adeta. Sağa doğru viraja girince tekrar toparlar gibi oldu ama sonra tekrar sağa dönüp yokuş aşağıya yardırınca bavullar dayanamayıp kendilerini yere bıraktılar. Arkasında bavulların devrildiğini anlayan eleman kafasını çevirip arkasını döndü. Tam o esnada metrobüs durmuş ve kapılarını açmıştı. Elemanla gözgöze geldik. Yardım bekler gibiydi. Ben ise vapur iskeleye yanaşmadan artislik olsun diye atlayan ve sonra "çok acelem var ya ondan atladım" imajı vermek için çıkışa doğru koşmaya başlayan biri gibi metrobüsten inip Sabah binasına kadar koştum.

2 yorum:

  1. bavul açılmadı mı lan devrilince, ben olsam devrilmesini tetikler alttan alttan ittirir, yere düşüp açılınca da "içinde ne var bakayım hmmm sütyen mi lan o kırmızılı vay vay vay" falan derdim..

    YanıtlaSil
  2. özlemişim yazılarını okumayı reyis

    YanıtlaSil