"Hayır yapma bunu, lütfen terk etme beni, aşkım, seni çok seviyorum, nolur yapma bunu bana ühühü ben sensiz yaşayamam, nolur bırakma beni böyle, hani, hani birbirimzi ne olursa olsun hep sevecektik, hani hiç terk etmeyecektin beni, niye böyle yapıyosun, niye ya, bi, sadece bi neden söyle, nedenini söyle valla suscam, yani naptım ben ya, benim, yani ben, yahu" dedim ve "hnmmpf hnmmpf" diye burnumu çektim. ama ben bile kendime inanmamıştım. sonra gülümsemeye başladım.
Ayna karşısındaydım, eğer bir gün acaip sevebileceğim bir kız beni terk ederse neler derim diye yaptığım rol beni bile kendimden tiksindirmişti. "kız olsa karşımda tekrar seveceği varsa bile bu halime bakıp sevmez lan beni" ve "amaaaan neyse, ceketimin fermuarını çekeyim de çıkayım artık geç kaldım" dedim kendi kendime, ama fermuar montun iç tarafında ki ne işe yaradığını hala çözemediğim kumaş parçasına takıldı. aşağı doğru çeke çeke anca söktüm, tekrar kapattım yavaşça ve dikkat ederek ve tam sonuna yaklaştığımda yine o içindeki kumaşa takılmıştı. Allahım bu ne ızdırap? bu ne çile? diye haykırasım geldi. fakat son bir kez denemek suretiyle konsantremi toplayıp tekrar fermuarı çektim, bu sefer olmuştu.
Çıktım dışarı, otobüs durağına gidip beklemeye koyuldum. baktım otobüsün geleceği yok. "yürüyerek gideyim, zaten 10 dakikalık yol" dedim. ve yürümeye başladım.
Arkadaşımla saat 21 sularında tiyatronun önünde buluşacaktık. tiyatroya gitmek için değil fakat ideal buluşma yeri olduğundan orda buluşacaktık. aslında neden orası bende bugüne kadar çözemedim, ama gençlerin buluşma noktası olmuş işte. taksim de ki burger king önü gibi bir şey. kız arkadaşını bekleyen süslenmiş erkeklerin arasından geçip merdivenlerden yukarı çıktım. hem yağmurdan korunurum, hemde arkadaş gelirse yukardan daha rahat görürüm onu düşüncesiyle böyle bir strateji belirlemiştim kendime.
saat 21:10u gösteriyordu. Marco (arkadaşım) hala ortalıkta yoktu. alt tarafı 3-5 bira içmeye gidecektik ve o beni yağmurda bekletiyordu. çok sinirlenmiştim ona. gelsin ağzına vurucam diye kendi kendime söz vermiştim. "yarım saat oldu nerde la bu çocuk" diyip bi telefon açayım dedim. ama telefonu kapalıydı. sinir olmuştum. gelsin sırf ağzına değil burnuna da vurcam pezemenkin dedim kendi kendime.
zaten o gece kendi kendime o kadar çok konuşmuştum ki kendi kendime "ulan Enis şizofrene mi bağlıyorsun yoksa lan?" dedim.
saat 22 olmuştu. Marco hala ortalıkta yoktu. zaten tiyatronun önü de iyice boşalmış. herkesin sevgilisi veyahut arkadaşı gelmiş ve ortama gitmişlerdi. bir ben bir de kendimi bildim bileli o merdivenlerde oturan sakalı saçından uzun leş kokan adam kalmıştı.
Bira içiyordu. gittim yanına. "bozuk para var mı" dedi bana. "ulan şerefsiz. senle muhabbet etmeye geldim kendini yalnız hissetme diye" diyecektim ama "yok dayı" dedim. oturdum yanına "bi bira versene bende içeyim çok canım çekti" dedim. "hayııııırrr" diyip biralarının bulunduğu poşete sarıldı. kalktım. sinirlenmiştim. alt tarafı bir bira istemiştim. "zaten senin biran bu memleketin en kötü ve en ucuz birası, senin biranamı kaldım eşşoğlueşşek" diyesim geldi ama ben "ooooaaffffff" diye bağırıp uzaklaştım ordan.
Eve geldim Marco aradı "nerdesin" dedi "eve döndüm eşşek herif 2 saat beklettin beni" dedim "yahu kusura bakma ya ufak çaplı bi olay oldu" dedi "hayırdır" dedim "ceketimin fermuarı durmadan iç kısımdaki kumaşa takılıp durdu. bende sinirlendim fermuarı yırttım sonra da bu havada ceketsiz dışarı çıkmaya götüm yemedi, sen ararsın diye telefonumu kapattım" dedi "hadi ya" dedim "çıt çıtlı ceket al lan o zaman" diye tavsiye de bulundum...
uhuauaauahuah.. biri sana şaka mı yapmış.. harbi gerçek mi bu yazdıkların.. yoksa cidden şizofrene mi bağladın.. ben çözemedim bi ann...
YanıtlaSilyukardaki kendi kendine konuşma(sevgiliden ayrılamama) durumun için.. ekşisözlük pms diyaloglarını okumanı tavsiye ederimm...